Benim isyanım da buna: Sonbaharı kutsayıp kutlamayışımıza, yoksa Cadılar Bayramı'nı umursadığım yok. Hangi mevsimi kutluyoruz ki? diye sormayın buna da yanıtım yok. Sanırım üzerinde çalıştığım romanımın bir karakteri başlattı kafamdaki düşünce yumağını: Site yönetimince düzenlenen her daim yeşil geometrik şekilli bahçesine sonbahar gelmeyen bir kadın; içindeki tabiat özlemiyle sonbahardan da hüzünlü bir büyükşehir kadını...
Mütevazı apartmanımızın peyzaj düzenlemesine ayıracak bütçesi yok şükürler olsun, diyorum. Bahçe aldı başını gidiyor. Sezgileriyle ilerleyen apartman görevlimizi çoktan nakavt etti kendi başına yol alıyor artık. Kızılın her tonunu ayrı parlatan hazan yaprakları, yabani sarmaşıklarla sarmaş dolaş dökülüyor duvarlara; ağaçlarla çalılar birbirine girmiş. Toprak hala sıcak, üzerini kuru yapraklar örtmüş ama ağaçların yeşili de tam olarak tükenmemiş. Dalları hurma basmış, parlak sarısından şerbeti damlıyor. Farkında mısınız? Çok özel bir ayı geride bıraktık: Ekim. Adı üstünde, "ne eksen çıkar" demiş sözünü sevdiğimin eskileri, torpakla haşır neşirdi onlar.
"Gerçek bir bahçesever için bahçede sonbahar bir renk ve huzur şölenidir"diye yazmış Gülnar Önay. Kitabının adı 'Bir Bahçe Kuruyorum'... O da uzun yıllar kent yaşamı içinde ağaçların çiçeklerin isimlerinden habersiz yaşadıktan sonra muhtemelen tabiat artık onu çağırdığı için -burasını ben uydurdum- kır yaşamına göç etmiş. Ne kadar da iyi etmiş. Okur yazar bir bahçıvanın deneyimlerinin tadına doyum olmuyor. Bahçede sonbahara devam edeyim ve Gülnar Önay'ın satırlarıyla bitireyim, her ne kadar onun duyduğu kokuların bir çoğu buralarda duyulmasa da:
"Ortalığı kavuran yaz rüzgarı diner, sabah serinliğinde çig tanecikleri belirmeye başlar, tepelerdeki kayaların arasında dağ laleleri sonbaharın ilk müjdesini verir bize. Bahçedeki mevsim çiçekleri, yazın çiçek açan bodur ağaçlar, tırmanan begonviller, baygın kokulu melisalar durgun havanın tadını çıkaran yaseminler, hepsi birden size büyük bir veda ziyafeti vermektedir."