Yağmurcunun hikayesini anlatmanın zamanı geldi. Jung’ın bu hikayeyi anlatmadan asla aktif imajinasyon semineri vermediği söylenir:
Çin’in bir
köyünde uzun süren bir kuraklık vardır. Köylüler, yağmur yağdırması için
ülkenin diğer ucunda yaşadığı bilinen bir yağmurcuyu çağırırlar. Bunun böyle
olması doğaldır, çünkü biz kendi çevremizde yaşayan peygamberlere asla
güvenmeyiz; çok uzakta yaşayan biri olması gerekir. Yağmurcu geldiği zaman,
köyü çok kötü bir durumda bulur. Hayvanlar, bitkiler ölüyordu, insanlar
hastalanıyordu. Köye vardığında insanlar etrafına toplandı ve ne yapacağı çok
merak ediliyordu.
Şunu söyledi:
"Hım, bana küçük bir kulübe verin ve birkaç gün
beni yalnız bırakın."
Ve sonra küçük kulübeye girdi, insanlar merak
içindeydiler, birinci gün geçti, ikinci gün geçti, insanlar hala merak
ediyorlardı. Üçüncü gün sel gibi bir yağmur yağdı ve yağmurcu dışarı çıktı. Ona
ne yaptığını sordular.
"Çok basit, hiçbir şey yapmadım"diye cevap verdi.
"Ama
bak, şimdi yağmur yağıyor, ne oldu?" diye üsteledi köylüler. O da şöyle
açıkladı:
"Tao’nun, dengenin olduğu bir memleketten geliyorum. Yağmurumuz da
var, güneş ışığımız da var. Her şey bir düzen içerisinde. Sizin diyarınıza
geldim ve her şeyin karmakarışık olduğunu gördüm. Hayatın ritmi çok bozulmuş,
geldiğim zaman ben de rahatsız oldum. Her şey beni etkiler ve hemen rahatsız
oldum. Ne yapabilirdim? Kendimle olmak, düşünmek ve kendime gelmek için küçük
bir oda istedim. Ve sonra, kendimi bir düzene koyabildiğimde, etrafımdaki her
şey de düzeldi. Şimdi Tao’nun içindeyiz, ve daha önce yağmayan yağmur şimdi
yağıyor."