Bir kanser hastasının kemoterapi günlüğü şeklinde kaleme aldığı
satırların bana yaşama sevinci verdiğini söylesem bilmem inanır mısınız? Okuyun
ve karar verin:
"Daima
boşalan bir aklın, giderek daha az çatışmalı bir yüreğin ve her zamankinden
daha hızlı akan zamanın tadını çıkarıyordum."
Bu
satırların saçlarını, çokça anlam yüklediği kaşlarını ve öğrencilik yıllarından
beri kesmediği bıyıklarını hep birden kaybetmiş; bununla da kalmayıp cildinin
sağlıklı rengiyle koku ve tad alma duyusunu da kemoterapi koltuğunda rehin
bırakmış bir adamın hissizleşen parmak uçlarından döküldüğünü gözünüzde
canlandırarak bir kez daha okuyun.
Her
gün herşeyin ne kadar daha kötüye gittiğine dair rapor vermeyi görev edinen
yüzlere ve ekranlara karşı artan tahammülsüzlüğüme ilaç gibi geldi Terzani,
benim yerime haykırıverdi: Kötüye
giden tek şey sensin!
İtalyan
asıllı uluslararası gazeteci Tiziano Terzani'nin kanser tedavisi için gittiği
NewYork'ta kendi tercihi doğrultusunda yalnız başına kaldığı tek odalı daracık
dairenin küçük camından güneşin doğuşuna ve batışına yazdığı güzellemeyi
okuyunca gerçek özgürlüğü bir kez daha hissettim. Evet özgürlüğe sahip
olamazsınız, hissedebilirsiniz, bunu tercih edebilirsiniz ancak. Zira insan
zaten sahip olduğu birşeyi tekrar nasıl edinebilir ki? Kemoterapiden sonraki en
ağır yorgunluk günlerinde bile sırf bedenini bir nefret nesnesiymiş gibi
görmemek için parktaki gezintilerine ve yürüyüşlerine devam ederken "Kimi
zaman kendimi inandırmakta güçlük çeksem de eninde sonunda sahip olduğum tek
beden buydu ve onu dinç tutmak yapabileceğim en iyi şeydi" diyor. Bütün günlük faaliyetlerini, size daha anlamlı yaşamak için
ilham kaynağı olacak sayısız ayrıntıyla örerek anlatıyor. Kanser olmanın
acınası hallerini değil ayrıcalıklarını görmeyi seçiyor:
“Kanserle
birlikte artık kendimi hiçbir konuda görevli hissetmeme, suçluluk duymama
hakkını elde etmiştim. Mutlak özgürleşmiştim. Tuhaf görünebilir ve kimi zaman
bana da tuhaf görünüyor ama mutluydum.”
Aslında
geçen haftalarda, Terzani'nin son
günlerinden bir kesit aktaran biyografik filmde kendisini canlandıran Bruno
Ganz'ın performansı yakaladı beni. Bruno Ganzzzzzz, İtalyan asıllı İsviçreli
muazzam bir aktör, bu yazıya hedefini şaşırtabilecek derecede etkileyici.
“Son Değil Başlangıç” adlı bu film beni, Terzani'nin
Türkçeye çevrilmiş tek kitabına götürdü "Atlıkarıncada bir tur daha":
Her cümlesi ilham ve bilgelik dolu bir veda metni. “Uzatma da, kanserden ölmüş
mü?” diye soracak olursanız ki bunca girizgâhtan sonra haklısınızdır, size yine
Terzani’den bir yanıt vereyim: “Evet ölmüş çünkü doğmuştu.” Önemli olan doğumun ve ölümün hayatın iki ayrı
görünüşü olduğunu anlayabilmekmiş; doğarken hepimizin başladığı yolculuğun
gerçek hedefi bir şekilde bu kavrayışı yakalayabilmekmiş: Dışarıdan içeriye,
küçükten büyüğe...
Terzani’nin
vedası kemoterapi günleriyle sınırlı değil, bu sadece bir başlangıç. “Ben
sadece iyileştirilecek bir beden değilim” dediyse de batılı doktorlarını
eğlendirmekten öteye geçemediğini görünce, aynı zamanda bir ruh, öyküler,
deneyimler, duygular, düşünceler
ve heyecanlar birikimi olduğunu ispatlamak ve bunun hastalığı ile ilişkisini
keşfetmek üzere ‘Atlıkarınca üzerinde son bir tur’a daha çıkıyor; kendini
tekrar etmemek kararlılığıyla.
Hindistan’dan Tayland’a, Filipinler’den Himalayalar’a uzanan 654
sayfalık derinlikli bir yolculuk. Evet biraz meşakkatli bir okuma fakat
yıllarca Der Spigel, La Reppublica, Corriere della Sera gibi uluslararası yayın
organlarında Asya muhabirliğini yürüten
Terzani’nin pürüzsüz dili, deneyimi, gözlem yeteneği ve kuvvetli
anlatımıyla su gibi akıyor. Son zamanlarda kitapçı raflarında pıtırak gibi
türeyen kes-yapıştır Zen kolaycılığının ağzınıza çaldığı bir parmak balın
yerine “Atlıkarıncada bir tur daha” keyif, farkındalık ve yüksek anlayış vaadediyor.
Eren Yücesan Cendey’in
keyifli çevirisiyle…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder