3 Haziran 2014 Salı

Kalabalıklarda Saklanma

Bireyin dünyasıyla ilgiliymiş Oğuz Atay, toplumsal sorunlarla ilgili değilmiş! Sanki bireyin dünyası toplumsal sorunlardan ayrı tutulabilirmiş gibi...
Bugün içinde bulunduğumuz toplumsal hezeyanın bireylerin dünyasından kaynaklanmadığını kim söyleyebilir? Birinci çakra düzeyinde yaşıyoruz, daha doğrusu tepişiyoruz... Kuyruk sokumu seviyesinde... Hayatta kalma iç güdüsü... Emniyet hissi... Kabul görme... Seç, beğen, al... 
İktidarı kaptırmama ya da geri alma güdüsünü de ekleyebiliriz. 

Kök çakrayı  dengeleyip yukarılara  çıkabilsek vadedilmiş nice ruh hallerini deneyimleme fırsatı bulacağız. Spiritüel inanışları değersiz mi buluyorsunuz? O zaman çakraları mitolojik, metaforik  ögeler olarak ele alın, böylesi daha entelektüel görünecektir.  Kök çakra dengede değilse saldırganlık ya da aşırı coşku baş gösterir. Hâl-i pür melâlimiz...
Kendimizi emniyette hissedebilmek için toplaşıp kaynaşacağız... Fazla kurcalamayacağız, üzerinde düşünmeyeceğiz. Derinlerine inmeyeceğiz, geçmişine bakmayacağız, sebeplerini sorgulamayacağız. Haklılığımıza cila çeken köşe yazılarından ve gönderilerden gayrısını okumayacağız. Biz bugünü, ne yaşadığımızı biliriz. Haklıyız ve hep öyle kalacağız... 



Dönelim toplumsal sorunlarla ilgilenmemekle suçlanan yazara... Sosyalizme gönül veren ve zamanında bu amaçta dergiler de çıkararak aktif olarak çalışan Oğuz Atay, on yıl sonra şu satırları kaleme alıyor:

"Bana bugün ne yapmalı diye soracak olurlarsa ancak 'kendini düzeltmelisin' diyebilirim. Bir temel ilkeden yola çıkmak gerekirse bu temel ilke şu olabilir: 
Kendini çözemeyen kişi, kendi dışında hiçbir sorunu çözemez."

2 Ocak 2014 Perşembe

Yağmurcu


          

              Yağmurcunun hikayesini anlatmanın zamanı geldi.  Jung’ın bu hikayeyi anlatmadan asla aktif imajinasyon semineri vermediği söylenir:        
         Çin’in bir köyünde uzun süren bir kuraklık vardır. Köylüler, yağmur yağdırması için ülkenin diğer ucunda yaşadığı bilinen bir yağmurcuyu çağırırlar. Bunun böyle olması doğaldır, çünkü biz kendi çevremizde yaşayan peygamberlere asla güvenmeyiz; çok uzakta yaşayan biri olması gerekir. Yağmurcu geldiği zaman, köyü çok kötü bir durumda bulur. Hayvanlar, bitkiler ölüyordu, insanlar hastalanıyordu. Köye vardığında insanlar etrafına toplandı ve ne yapacağı çok merak ediliyordu. 
          Şunu söyledi:
           "Hım, bana küçük bir kulübe verin ve birkaç gün beni yalnız bırakın."
          Ve sonra küçük kulübeye girdi, insanlar merak içindeydiler, birinci gün geçti, ikinci gün geçti, insanlar hala merak ediyorlardı. Üçüncü gün sel gibi bir yağmur yağdı ve yağmurcu dışarı çıktı. Ona ne yaptığını sordular. 
            "Çok basit, hiçbir şey yapmadım"diye cevap verdi.
            "Ama bak, şimdi yağmur yağıyor, ne oldu?" diye üsteledi köylüler. O da şöyle açıkladı:
            "Tao’nun, dengenin olduğu bir memleketten geliyorum. Yağmurumuz da var, güneş ışığımız da var. Her şey bir düzen içerisinde. Sizin diyarınıza geldim ve her şeyin karmakarışık olduğunu gördüm. Hayatın ritmi çok bozulmuş, geldiğim zaman ben de rahatsız oldum. Her şey beni etkiler ve hemen rahatsız oldum. Ne yapabilirdim? Kendimle olmak, düşünmek ve kendime gelmek için küçük bir oda istedim. Ve sonra, kendimi bir düzene koyabildiğimde, etrafımdaki her şey de düzeldi. Şimdi Tao’nun içindeyiz, ve daha önce yağmayan yağmur şimdi yağıyor."