30 Kasım 2012 Cuma

Sanata Seyirci Kalmayın

         

             Monet sergisine ilgi büyük, hafta içi saat 9 buçuk, kapıda kuyruk var. Girişte sanatçıya esin kaynağı olan Giverny'deki bahçenin duvara yansıtılan dev fotoğrafları karşılıyor bizi. Güzel. Ama bahçe işte. Sunuşa ayrılan iki küçük salonda yığılan kalabalığı aştığımız yerden ressamın bahçesine gerçekten adım atıyoruz. Çünkü biz de artık Monet'nin gözleriyle görüyoruz bahçeyi. Salkım sögütlerin sudaki yansımalarını delen nilüferleri, günbatımındaki ışık oyunlarını hergün, saatlerce izleyen bir adamın deneyimlerini kuşanıyoruz. Renklerin titreşimiyle yarattığı dünyaya girip duygularının titreşimini hissediyoruz. Fırça darbelerindeki hünerden içindeki tutkunun sıcaklığı yayılıyor.
            Oldum olası sanatta soyuttan hoşlanmışımdır çünkü teknikten çok sanatı vareden süreci merak ederim. Sanatçının kanallık ettiği doğal akışı tüm disiplinlerden daha anlamlı buluyorum. Bunlar benim hislerim.
         


        Bu arada biz tabloların başında dikilirken yedi sekiz yaşlarında bir grup çocuk resim defterleri ve boyalarıyla salonun ortasına serilmiş. İçlerinden birinin yanına gidip söğüt yapraklarını boyamasını izledim bir süre. Kendi şaheserine öylesine konsantre olmuştu ki izlediğimi farketmedi bile. Düşünmeden edemedim: Hangi şaheseri izlemek kendi resmini yapmaktan daha fazla keyif verebilir ki?  Biz sanata seyirci kalırken onlar yaşıyordu. 
        Sanatın sanatçıya has bir imtiyaz olduğuna dair inanç insanlığın bilincine öylesine işlemiş ki çocukluk bitince şiir defterlerini, fırçaları otomatikman rafa kaldırıyor, dans etmeyi, oyun oynamayı bırakıyoruz. Buna da olgunlaşmak diyoruz. 
         Oysa biz büyüsek de içimizdeki çocuk hep bıraktığımız yerde duruyor: Her hareketimizde, yaşadığımız her tekrarda, verdiğimiz her tepkide parmağı var onun. Sanat içimizdeki çocukla buluşup el sıkışmamız ve onu ikna etmemiz için de bir imkan sunuyor aslında. Meera Hashimoto bir resim eğitmeni, bakın ne diyor:
        "Benliğinin karanlık köşelerini gerçekten görmek istiyorsan çok fazla enerjiye, karşılaşacağın sorunlarla yüzleşebilmek için de çok fazla içsel ışığa ihtiyacın olacaktır. İşte yaratıcılığın üstlendiği görev de budur: İçindeki güzel tarafı desteklemek. Bu taraf bir kez desteklendi mi, artık o karanlık köşelere külçe gibi bir kalple değil, coşkuyla bakmaya hazırsın demektir."*
*Sanatın Uyanışı, Meera Hashimoto, Butik Yayıncılık 







29 Kasım 2012 Perşembe

Parayla Saadet Oluyormuş

          Sonuçları merak edenlere duyurulur. Parayla saadet bal gibi de oluyormuş. Ama benim paramla değil annemin parasıyla. Yalnız söz konusu olan benim değil Ayşegül'ün saadeti.
       
          Ayşegül anlaşmanın üçüncü günü ipi gevşetti.  "Ama"lar itirazlar ufak ufak kendini göstermeye başlayınca şaşırdım çünkü klinik konusunda çok hevesliydi. Bir iki görmezden geldim ama baktım onun pek umrunda değil. Anlaşmanın bozulduğunu ilan ettiğim zaman öğrendim ki Ayşegül hanım kendine çoktan başka bir finans kaynağı bulmuş. "Anneannem haftaya geliyor zaten benim için para biriktirmiş" deyiverdi. Dediği gibi de oldu, anneanne geldi parayı verdi tıp seti alındı klinik açıldı.


                 Her ne kadar açılışa resmi olarak davet edilmediyse de kurdele kesim töreninde makası Leyla taşıdı, alkışladı, kalabalığın arasına karışıp klinikte bir tur bile attı:)
                Ben cebimden beş kuruş çıkmadan iki üç günü sessiz geçirmenin mutluluğuyla yetindim.
                "Kardeşler arasında olacak bunlar" dedim.  
                Kavga etmeyi bıraktıkları zaman bana karşı birleşecekleri ihtimalini düşünmeyi tercih ederek bugünüme şükrettim. Elden başka ne gelir ki...


19 Kasım 2012 Pazartesi

Parayla Saadet Olur mu?

         Ayşegül ile anlaştık. Eğer kardeşiyle kavga etmezse her günün sonunda 10 lira kazanacak.  Yalnız anlaşmamız bir haftalık, parayı yedi günün sonunda alacak ya da tümüyle kaybedecek. Böylece odasında kurmak istediği oyuncak kliniği için gereken parayı kısa sürede elde edecek. Öneri ondan geldi ancak bu ahlaksız teklifin mimarı benim.

           Geçen kış yoğun kar yağışı sebebiyle dört duvar arasında geçirdiğimiz karne tatilini  katlanılabilir kılmak için -itiraf ediyorum sadece kendi akıl sağlığım için- paranın gücünden medet ummuştum. Her ikisine de ödemelerimi peşin peşin yaptım fakat bütün çocuk yetiştirme disiplinlerince cık cık kınanan metodum tabii ki başarısız oldu. Okulun rehberlik servisine göre de aile saadetimizi pazarlık konusu yapmamalıydım. Haklıydılar. Aradan bir yıl geçti bizim evde değişen birşey yok. Yine de tırım tırım para aranan Ayşegül bu teklifle gelince sakin geçecek akşamların, hafta sonlarının, huzur içinde yenilecek yemeklerin cazibesine kapılmadan edemedim. Suçluyum, 'kabul' dedim. Ayrıca para için bile olsa sakinliğin ve öfke kontrolünün tadına bakmanın Ayşegül'de de farkındalık yaratabileceğini umuyorum, belki de hayal görüyorum.
             Evin en küçüğü olan babamı sakin bir yemek yiyebilmek için bir demir parayla kandırırlarmış. Babam bu hikayeyi her zaman neşeyle anlatırdı bize. Umarım benim kızlarım da bu ahlaksız teklifi ileride hoş bir anı olarak hatırlarlar.
   

           Aslına bakarsanız bizim evdeki çatışma çocukların arasında yaşanmıyor. Onlar birbirlerinden nefret etmek konusunda da kavga konusunda da her zaman fikir birliği içindeler. Çatışma artık kırklı yaşlarını sürmekte oldukları için daha çok sessizlik daha az gürültü talep eden ana babalarıyla hayatlarının en çatışmalı ve gürültülü günlerini yaşamakta olan çocukları arasında yaşanıyor. Biz yorgunuz oysa onlar hayatı prova ediyorlar. Alın size kuşak çatışması. Bizim her türlü kavganın anlamsızlığını idrak ettiğimiz günlerde onlar herşeye kızıyorlar, herkesle yarışıyorlar, hiç sakınmadan kavgaya giriyorlar. Üstelik ana babaları dahil herşeye gıcık olacakları o gıcık zamanlar da çok uzakta değil. Bu durumda önden gidenin görmüş geçirmiş kontenjanından alttan alması gerekiyor başka çözüm yolu da görünmüyor. Ayşegül'e de bunu söylüyorum ama umursamıyor bile öyleyse hükmüm parama geçer diyorum. Göreceğiz bakalım parayla saadet oluyor mu?