24 Ocak 2013 Perşembe

Tarihle bağlantımız yaşanmışlık değil de militanca bir zihniyet olursa...

             Türkiye yüzde bilmem kaç yüz büyüyormuş. Davos'ta bütün ilgi üzerimizdeymiş. Öyle diyor haberlerde. "Dışı sizi yakar içi bizi" dedim kendi kenime. Taşı toprağı altın İstanbul'da toprağı görebildiğimiz tek karış kalmadı, taşı toprağı beton oldu Allah'ın izniyle. Dikine büyüyoruz biz, betona evriliyoruz. İnşaatta sınır tanımadığımız için rekora koşuyoruz.
            Mesela tarihi yarımadada inisiyatifi müteahhite bırakmışız. Kepçenin önüne bir tarihi eser çıkarsa kepçe operatörü Koruma Kurulu'na haber verecekmiş.


          Daha dün okuduğum satırlar geldi aklıma. Mitoloji'nin Gücü adlı kitabın ön sözünde Bill Moyers, "tüm o Yunan zımbırtılarının bugünkü insanla hiçbir ilgisi olmadığı" şeklinde modern görüşe sahip bir arkadaşından bahsederken şunları yazıyor:
          "Bilmediği ise -çoğumuzun bilmediği- tüm o 'zımbırtıların' arkeolojik bir alandaki kırık çömlek parçaları gibi,  inanç sistemimizin duvar çizgilerini çizdiğiydi. Biz yaşayan varlıklar olduğumuz için tüm bu zımbırtıların içinde enerji var."

            Tarihi bir eserle karşılaştığımızda çoğunlukla dışarıdan seyrediyoruz. "Vaaay adamlar ne yapmış, ne uygarlık, atalarımla gurur duydum vs..." gibi yorumlar duyarız müzelerde ya da bizzat dile getiririz. Yaşanmışlığı hatta hayatı geçmişten günümüze taşıyan maddenin içindeki enerjiye hiç kulak vermeyiz. İstanbul'un taşına toprağına karışmış, havasına ruhuna sinmiş yaşanmışlık, bizim bedenimizde de mevcut. İnsanın bedensel evrimi devam etmekte, ruhsal evrimimiz sürmekte. Sıfırdan varolmadık biz,  geçmişimizle bağımız at üstünde kahramanlık öyküleriyle sınırlı değil. İster pagan olsun, ister hıristiyan ister müslüman geçmişte yaşamış her sıradan insanla bağlantımız var bizim; yalnızca padişahlarla, peygamberlerle ya da kahramanlarla değil, her sıradan insanla.
           Yaşanmışlık, dünya deneyimi insandan insana aktarılır, birinci halkada anne-baba var, ikinci halkadan itibaren zincir takip edemeyeceğiniz yerlere uzanmaya başlar. Sizin etinize kanınıza, DNA'nıza işleyen bu gerçeği sınıflandırabilir misiniz?

            Peki bunu reddedersek ne olur? Evrimi de reddetmiş oluruz, bu evrimin bize sunduğu armağanı da. Tekrar yaşamak zorundayızdır artık, geri vitese takıp gerekirse ilkelleşerek  aynı deneyimi sil baştan yaşarız. Şu an karın tokluğunu ve cep doldurmayı öncelik bilen anlayışımız teknolojinin aksine ilkel dönemlere dönüşün işaretleriyle yüklü.
       Hint mitolojisinin insan bedeninde işaretlediği çakralar aslında Maslow'un ihtiyaçlar teorisiyle paraleldir. En aşağıda kuyruk sokumundan başlar, önce bedensel ihtiyaçlar gelir, daha ilkel olanlar, biraz  yükseldikçe güç arayışı ve ancak bunları aşınca kalp çakrasında değişim başlar. Kendini gerçekleştirme arzusu sesini yükseltmeye başlar ama bütünün hayrına olmayacak işler yaparak kendimizi gerçekleştiremeyeceğimizin bilinci de iyice yerleşmiştir artık. Tarih, sanat, insanlık, din, sevgi  de ancak bu çakradan sonra gerçek anlamına kavuşur.
        Türkiye'nin büyümesi de bir gün kalp çakrasına ulaşacak elbette kırıp dökerek yeterince güç kazandıktan sonra ince detaylara geçeceğiz o zaman dönüp arkamızdaki enkaza bakıp gözyaşı dökeceğiz çünkü o zaman enkazın içinizdeki bağlarımızı gerçekten hissetmeye başlamış olacağız.




           

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder