11 Aralık 2012 Salı

21 Aralık 2012 Söylencesine Katkıda Bulunuyorum

             21 Aralık 2012'de dünyanın sonu gelecek mi? (Şirince'yi muaf tutarak soruyorum) On günlük ömrümüz kaldıysa ne desek boş. Öyle olmadığını varsayarak devam ediyorum.

               Maya Takviminde 21 Aralık 2012 zamanın sonunu işaret ediyor, dünyanın sonunu değil. Zaten son yıllarda Maya kenti Xultun'da yapılan kazılarda 21 Aralık 2012 sonrasına dair tavkvimler de bulunmuş.  Ayrıntısını merak edenler için (http://www.ntvmsnbc.com/id/25347988/)
                  Neyse çok kalmadı bekleyip göreceğiz. İsterseniz yazının bundan sonraki bölümünü 22 Aralık'ta da okuyabilirsiniz.



               Maya Takviminde kastedilen bir güneş çağının kapanıp bir diğerinin açılmasıydı. And Dağları’nın kahinleri bundan yüzyıllar önce 1993- 2012 yılları arasındaki dönemi “Kendimizle Yeniden Tanışma Çağı” olarak tanımlamışlar. İnsanlığın bu sürenin sonunda yeni bir bilinç dönemine geçeceğini kehanet etmişler: Buna Altın Çağ diyorlar.

             İnkalara göre son bin yıldır Demir Çağı yaşanmakta: Soğuk, materyalist, metalik ve doğanın güçlerini egoistçe sömüren bir dönem. Nasıl? Tanıdık geliyor mu?

            Materyalist yaşam insanın kendi ruhuyla ve evrenin ruhuyla bağlantısını kopardı. Tabiat yok, toprak yok, hayvan yok, her yeri ilaçladığımız için sinek, böcek bile yok. Şehrin ışıklarından ve beton yığınından gökyüzü gözükmüyor, izlenecek yıldız yok. Sessizlik yok, yalnızlık yok. Kendini dinlemek delilik, sürüden ayrılmak sakıncalı....

             Kendi tabiatımızdan öyle çok uzaklaştık ki 2012'yi gören Mayalıların -ki insandılar sonuçta- sahip oldukları doğal beceriler,  bizim için mistik oluverdi. Ruh-beden-zihin ilişkisi gizemli konular başlığı altında ilgi çekiyor ancak nedense günlük hayattan ayrı tutulması gerekiyor. Kendi matriksimizin içinde bir robot gibi yaşarken günlük yaşamın akışında insanın kendi gerçekliğiyle bağlantı kurduğu  tek alan olarak içi boşaltılmış dini ritüeller kaldı.

             Ne zaman hatırlıyoruz kendimizi? Ne hissettiğimizi ne istediğimizi ne zaman yokluyoruz? Ölümcül bir hastalığa yakalandığımızı öğrenince? İş ya da sevgili kaybı sonrası? Büyük bir hayalkırıklığı? Boşanma? Depresyon? Neyse ki ilahi işleyiş mükemmel ve ihtiyacımız olanı gözümüze sokuyor. Tüm bu saydığım sıkıntılar özellikle metropollerde yükselişte, varoluşunu sorgulayanların sayısı da... Yani ‘Demir’in soğuğunun en çok hissedildiği, metalik çınlamaların kulak tırmaladığı yerlerde.

        Penny Pierce, insan titreşimlerinin konu edildiği "Frekans" adlı kitabında “Aydınlanmaya kavuşmak, kozmik kanunları anlamak ve bedenimizin birer mabet olduğunu farketmek için 'doğanın yolu'na dönmeliyiz. Her insan kutsal bir tapınaktır ve bu tapınakların mihrabı yürektir” diye yazıyor.  Ne güzel yazıyor...
           Ancak halen devam etmekte olan Yeniçağ Karnavalı kullandığı metod ve yöntemler itibarıyla içsel meselelerin gerçeklikle bağlantısını kopardı: Her isteğini elde etmek, başarıya ve sonsuz mutluluğa ulaşmak, üstün insan olmak, erdemli kişi olup karmaları bitirmek, vs... Bunlar insan doğasıyla uyumlu geliyor mu size? Yeryüzündeki varoluşumun anlamı bu olabilir mi? Bana daha çok egonun Buda kılığına girmiş hali gibi geliyor.

           Bu yönüyle maddecilikten fazla bir farkı yok bana göre.
           "Bir kapının önündeyiz içeride müthiş bir kütüphane var fakat kapının önünde oyalanıyoruz. Uçanı kaçanı seyretmekten bir türlü içeri giremiyoruz" dedi geçenlerde birisi... Yakında bu köşeye de konuk olacak... Ölmez de sağ kalırsak...
       



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder